11 Mart 2013 Pazartesi

Arda Kural: 5 Vakit Namaz Kılıp Kur'an'ı Hatmettim



Arda Kural: 5 Vakit Namaz Kılıp Kur'an'ı Hatmettim

Geçirdiği ruhsal rahatsızlıktan dolayı ruh hastanesinde tedavi gören ve günlerce hakkında delirdi diye bahsedilen Arda Kuralkonuştu.

TEDAVİSİ SONRASINDA İLK DEFA KONUŞTU

Tedavisi tamamlandıktan sonra ilk defa konuşanArda Kural, geçmişini ve yaşadıklarını Hürriyet'ten İzzet Çapa'ya anlattı.

BABAMIN BIRAKIP GİTMESİ HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI OLDU

Kural, babasının ailesini bırakıp gitmesinin hayatının dönüm noktası olduğunu ve o andan sonra kendisini ibadete verip 6 sene boyunca 5 vakit namaz kılıp Yaratıcısına kulluk ettiğini ve bu süre zarfında Kur'an-ı Kerim'i 2 sefer hatmettiğini söyledi.

İŞTE ARDA KURAL RÖPORTAJINDAKİ DİKKAT ÇEKEN O KISIMLAR

Yaklaşık 6 yıllık bir dönem kendimi ibadete adadım.
 
Baba baskısıyla mı?

Baskı değil ama etkilenmiş olabilirim. Önceleri bana uzak gelen babamın yaşam tarzı ve ibadet, benim için bir kurtuluş olabilir diye düşündüm. Beş vakit namaz kıldım. Kuran-ı Kerim'i iki kez okudum. Kuran bana göre insanın kullanma kılavuzudur.
 
Burayı biraz açar mısın?
 
- Sana şöyle bir örnek vereyim. Nasıl çamaşır makinesinin kullanma klavuzu varsa Kuran da insanın kendini kullanma kılavuzu ve yol göstericisidir. Etrafımdaki birçok insan Kuran'ı Arapça okuyor, "Anlayabildiniz mi?" dediğimde "Evet" diyorlar ama manasını bilmiyorlar. Zaten Kuran-ı Kerim kelime manasıyla soylu, asil ve cömert olmanın kitabı demektir.

6 Mart 2013 Çarşamba

FİLİSTİNLİ ÇOCUK.....







Müslüm Gürses Bilinmeyen Şarkısında Ölümü Anlatıyor




Geçtiğimiz günlerde vefat ederek asıl hayat olan ahiret alemine geçen Müslüm Gürses'e Cenab-ı Hakk'tan rahmet dileyerek yazımı yazmaya başlıyorum...
 
Müslüm Gürses; ismi arabeskle, isyanla, sitem ve efkarla özdeşleşmiş insan. 
 
Hemen hemen kulağa gelen her arabesk müzik sesiyle akla gelen ilk isim.. Seslendirdiği şarkılar kendisini dinleyen insanlar üzerinde hayattan bıkkınlık, ümitsizlik en önemlisi de Allah’a ve kadere isyan eden bir ruh hali, düşünce yapısı oluşturduğu için bu tarzından dolayı bazı zamanlar oldukça eleştirilen bir isim..  
 
Yapılan eleştiriler ne kadar haklıdır ne kadar haksızdır orasını Allah bilir ama, arkasında alkol şişeleriyle, sigara dumanlarıyla dolu klipler, elleri jiletlerle kesilmiş konser resimleri bırakan bir Müslüm Gürses göç etti ahiret alemine..
 
Şarkılarındaki bazı kısımlar Allah’a ve kadere isyan bildiren sözler olduğu için sosyal medyada Müslüm Gürses’in ölümüne sevinen Müslüm-anları görür olduk... Annesi babası Müslüman olan ve inşaallah Müslümanolarak ölen insanın arkasından, onun Allah’a ve kadere isyan eden şarkılarını ifşa ederek, paylaşarak ölmüş bir insanın kötü yanlarını göstermeye çalışan Müslüm-an gördük… Ona yapılan Allah rahmet eylesin paylaşımlarına tepki gösteren Müslüm-anları gördük maalesef..
 
Yıllar öncesinde sıkı bir arabesk müzik dinleyicisiydim, bir çok arabesk sanatçını dinlemiştim. Müslüm Gürses’in de bir çok şarkısını dinlemiştim. Fakat nasıl olmuşta bir tane şarkısını dinlememişim, o dinlemediğim şarkısını dün tevafuken bir sosyal paylaşım sitesinde gördüm ve şarkı ismi çok dikktimi çekince hemen açıp dinledim.
 
Bu güne kadar hiç duymadığım bir Müslüm Gürses şarkısı..
 
Belki de milyonlarca insanın bilmediği, arabesk radyo kanallarında, Gürses hayranlarının evlerinde, arabalarında bile çok sık çalmayan, pek bilinmeyen bir şarkı; ‘’Tövbe etmek ne güzel’’
 
Dün akşam Müslüm Gürses’in 1995 yılında çıkardığı ‘’Bir Avuç Gözyaşı’’ albümünde yer alan, ‘’Tövbe etmek ne güzel’’ şarkısını dinleyince Müslüm Gürses’in sadece Allah’a isyan bildiren şarkılar söylemediğini aksine Allah’ı, ahireti ve ölümü çok mükemmel bir şekilde anlatan bir insan olduğunu İLK DEFA çok net bir şekilde gördüm.. Sesi güzel olan bir insan ve bu güzel sözlerle dolu olan şarkıyı da söyleyince gerçekten tat alınıyor Müslüm Gürses’ten.. Eminim sizinde zihninizdeki Müslüm Gürses algısı ‘’Tövbe etmek ne güzel’’ şarkısını dinleyince çok değişecektir..
 
İşte Allah’a ve kadere isyan bildiren şarkılar söylüyor dediğimiz Müslüm Gürses’in hiç bilinmeyen ‘’Tövbe etmek ne güzel’’ şarkısının anlam ve ümit dolu sözleri…
 
Bundan sonraki yorum siz yazıyı okuyanlara ait.. 
 
Vesselam
 
TÖVBE ETMEK NE GÜZEL
 
Artık günahları bırakmalıyız, 
ZAMAN VARKEN TÖVBE ETMEK NE GÜZEL
Bu dünyadan sonra ahiret için , 
ALLAH'A İBADET ETMEK NE GÜZEL
 
BİTMEYEN BİR HAYAT BİZİ BEKLİYOR
Canım ne isterse Rabbim veriyor, 
Öyle yaratmışki sözler yetmiyor, 
CENNET BAHÇESİNE GİRMEK NE GÜZEL
 
Ne güzel, ne güzel, tövbe etmek ne güzel. 
 
Kabir melekleri gelecek bir gün , 
BELKİ GÜLECEĞİM BELKİDE ÜZGÜN
İnşallah defterim olursa düzgün , 
SIRAT KÖPRÜSÜNDEN GEÇMEK NE GÜZEL
 
Ne güzel, ne güzel, tövbe etmek ne güzel...

 

Sizce engelleri olan kim?





3 Mart 2013 Pazar

İsrail Kudüs'ü Yıkıyor Dünya Bakıyor


İsrail Kudüs'ü Yıkıyor Dünya Bakıyor

İsrail yönetimi, Mescid-i Aksa yakınlarındaki bazı tarihi binaları yıkıyor. Binaların yerine, sinagog ve polis merkezi inşa edileceği tahmin ediliyor.
Yıkım çalışmalarına tepki gösteren El-Aksa Vakıf ve Kültür Mirası Kurumu'ndan yapılan yazılı açıklamada da, ''İşgal güçleri, ikinci gününde Mescid'i Aksa'nın 50 metre uzağındaki Burak duvarının kuzeyindeki tarihi kemer ve binaları yıkmaya devam ediyor'' ifadeleri yer aldı.

Yıkımın tamamlanmak üzere olduğunun ifade edildiği açıklamada, İsrail'in içerisinde sinagog, karşılama salonu, polis merkezi, müze ve hamamların bulunduğu çok yönlü bir kompleks bina etmeyi planladığını ileri sürüldü.

 Arap sokaklarına İbranice isimler vermişlerdi

Tel Aviv yönetimi'ne bağlı Kudüs Belediyesi, 2012 yılında yerleşim kurumlarının işbirliğiyle Arap sokaklarına İbranice isimler verilmesi, sinagog inşa edilmesi ve Ağlama (Burak) Duvarı yakınlarındaki binaların restorasyonuna izin vermişti.

Sokak Konuşuyor: 4 Halife, 4 Büyük Takım?


Yazıkkkk......................


Abdülhamid, Ermeniler ve Ermeni meselesiyle ilgili neler anlattı?


PDFYazdıre-Posta
abdulhamithan.jpg 1893’te ABD Büyükelçisi Terrell’i kabul eden Sultan Abdülhamid, Saray’daki Ermeniler ve Ermeni meselesiyle ilgili düşüncelerini aktarmış. 1897’de yayımlanan görüşme, hariçteki ‘kışkırtmayı’ yansıtıyor.

Yine bir ekim günü tüm dünyanın gözü kulağı İsviçre’deki Zürih Üniversitesi’ndeydi. İngiliz devlet adamı Winston Churchill, İkinci Dünya Savaşı sonrası bu üniversiteden Sovyetler Birliği’ne seslenmişti. ‘Özgür ve Birleşik Avrupa’nın doğuşunu ve Avrupa’da yeni bir döneme girildiğini haber vermişti. Aynı üniversite, tarihî bir buluşmaya daha ev sahipliği yaptı 10 Ekim’de. İsviçre’nin arabuluculuğunda, Türkiye ile Ermenistan arasında 2007’den bu yana sürdürülen müzakerelerin ilk bağlayıcı imzaları atıldı. 176 yıllık üniversite bu kez Kafkasya’daki yeni döneme tanıklık ediyordu.

Türkiye ile Ermenistan ilişkilerini normalleştirmeye yönelik ‘Türkiye ile Ermenistan Arasında Diplomatik İlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol’ ve ‘Türkiye ile Ermenistan Arasında İlişkilerin Geliştirilmesine Dair Belge’yi Ankara adına Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Erivan adına da Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbandyan imzaladı. Kafkaslar’daki 100 yıllık tabuları yıkmaya namzet metinlerin imza töreninde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner de hazır bulundu. Ankara’nın ısrarı üzerine Zürih’e gelen bu üç dışişleri bakanı, Ermeni işgali altındaki Azeri toprakları sorununun çözümü için çalışan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) eş başkanları aynı zamanda. AB’nin Dış Politikadan Sorumlu Yüksek Temsilcisi Javier Solana, AB Dönem Başkanı İsveç’in Dışişleri Bakanı Carl Bildt de tarihî buluşmaya şahitlik edenlerdendi. Törenin aile fotoğrafı yeni sürecin uluslararası konjonktürle ve dengelerle örtüştüğünü yansıttı.
Ankara ile Erivan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, sınırların açılması ve diplomatik bağların kurulmasını öngören belgelerin imzalanması kritik bir dönemi başlattı aynı zamanda. Şimdi gözler her iki ülkenin meclislerinde. Zira sürecin işlemesi için protokollerin meclislerde onaylanması gerekiyor. Protokolün TBMM’den geçmesi, Ermenistan’ın işgal ettiği Azeri topraklarından çekilmesine bağlı. Hâlihazırda sürecin sorunsuz işlediği görülüyor. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın 14 Ekim’de Bursa’da oynanan Türkiye-Ermenistan maçına gelişi ve karşılaşmanın baştan sona dostluk içinde seyretmesi bunun en büyük kanıtı.
10 Ekim’de ayrıca, Türkiye’nin yıllardır kurulmasını istediği (1915 olaylarının tam anlaşılması için) ortak tarih komisyonunun temeli atıldı. Sürecin doğru işlemesi durumunda, oluşturulacak Hükümetlerarası Komisyon’un bir alt komisyonu bu görevi üstlenecek. Komisyon döneme ışık tutan arşivleri inceleyerek protokollerde atıf yapılmayan ‘1915 olayları’nı inceleyecek. Böylece mesele politik alandan bir nebze olsun tarihî zemine taşınacak. Ancak uzmanlar dönemin objektif olarak aydınlatılması için Türkiye ve Ermenistan’ın yanı sıra Rusya, ABD ve İngiltere’deki belgelerin değerlendirmeye tabi tutulması gerektiğini ifade ediyor. Aksiyon’un ABD’deki bir arşivden çıkardığı 1890’lara ait belge uzmanların bu yaklaşımını doğruluyor âdeta.
1893-1896 arasında ABD Büyükelçisi olarak İstanbul’da görev yapan Alexander Watkins Terrell’e (1827-1912) ait bu yazı, Terrell’in İstanbul’da bulunduğu sırada Sultan II. Abdülhamid’le yaptığı bir görüşmeyi yansıtıyor. Eşiyle birlikte Yıldız Sarayı’na kabul edilen Büyükelçi Terrell, o dönemde sınırlı sayıda yabancıya nasip olan bu olayın tüm ayrıntılarını Century Magazine isimli dergiye (aylık) yazmış. Sultan’a yönelttiği sorulara aldığı cevapların yanı sıra İstanbul, Yıldız Sarayı ve Sultan’a ait izlenimlerine de yer veriyor Terrell. 6 sayfalık metin, derginin Kasım 1897 sayısında yayımlanmış. Bahse konu dergi, ABD Kongre Kütüphanesi’nde kamuya açılmış. Terrell, yazısının büyük bölümünü o günlerde Batı’da tartışılan Osmanlı Ermenilerine ayırmış. II. Abdülhamid ile Osmanlı devletinin meseleye yaklaşımını bizzat Sultan’ın ifadeleriyle aktarmış. Görüşme 1890’larda gerçekleştiği için, Ermeni meselesinin Avrupa ve ABD’de nasıl algılandığını, dönemin diaspora Ermenileri ile onları destekleyen Hıristiyan misyonerlerin tutumlarını yansıtıyor. Yani 1915’e uzanan sürecin sinyalleri değerlendiriliyor. Hem de Sultan Abdülhamid’in verdiği cevaplar, örnekler üzerinden...
19 Mart’ta, bir cuma selamlığının ardından Saray’a davet edilir Terrell. Yabancı diplomatları Sultan’a takdim eden Münir Paşa ve Terrell’in tercümanı Gargiulo’nun da hazır bulunduğu görüşme 2 saatten fazla sürer. Sultan II. Abdülhamid, Terrell’e devletin azınlıklara bakış açısından siyasi özgürlüklere, hatta Ermenilerin hayat standartlarına kadar çok yönlü bir değerlendirme yapar. Konuşmasını örneklerle somutlaştırır. Terrell’in yönelttiği sorulara cevaplar ve ABD halkına yönelik mesajlar verir. Görüşme sonunda ABD’li Büyükelçi’den görüşmenin içeriğini Amerikalılara aktarmasını talep eder. Bu isteğini daha sonra İstanbul’dan ayrılırken görüştüğü Terrell’e ikinci kez tekrarlar: “Türk hükûmetinin Ermeni ırkına yönelik uygulamalarını Amerikan halkı da bilsin.” Terrell, yazısını bu sözü tutmak üzere kaleme aldığını belirtiyor.
Ermeni meselesinin Batı’da kasıtlı olarak yanlış yansıtıldığı fikrini savunan Terrell, bu konudaki düşüncelerini Sultan’a da anlatmış. Hatta İstanbul’dan ayrılmasından sonra da Türkleri ‘Ermeni düşmanı’ gösteren değerlendirmelere karşı yazılar kaleme almış. Mesela 26 Nisan 1900’de New York Times’ta çıkan bir değerlendirmesinde Tanzimat’tan dolayı Sultan’ı eleştirenlere şöyle sesleniyor: “Onu dürüst bir insan olarak görüyorum. Kendisini gayet iyi tanıyorum ve inanıyorum ki Avrupa’da iken karşılaştığım en entelektüel insan.”
Terrell’in İstanbul, Yıldız ve Abdülhamid izlenimleri de hayli renkli. O dönemde İstanbul’da yaşayan 52 Amerikalıdan bir ikisi dışındakilerin misyoner eğitimciler olduğunu aktarıyor. Yıldız Sarayı için ‘Avrupa’daki herhangi bir saraydan daha etkileyici’ nitelemesinde bulunuyor. Ayrıca Saray kapılarında silahlı görevlilerin bulunmadığına vurgu yapıyor. Görüşmeyle ilgili detaylar gayet vurgulu: “Birçok kimse tarafından ‘taçlı katil’ olarak görülen bu yalnız idareci, alçak ve müzikal bir sesle en asil duyguları dile getiriyor, yüzündeki babacan ve sempatik ifade, onun yanına kabul edilmiş ve onu zalim olarak görenlere daimi bir bulmaca gibi. Konuşurken, atlas sırma ile işlenmiş bir divana oturdu. Aramızda, üzerinde kendisinin sık sık içtiği sigaralar olan, mozaik işlemeli küçük bir masa vardı. Konuşurken, mücevherli altın bardaklarda çay ikram edildi. Oda, 16. Louis tarzında mobilyalarla döşenmişti. Duvarları, bazıları muhteşem olan resimler, ipek halılar ve eşsiz tasarıma sahip bir Türk kilimi süslüyordu.”
Terrell, 1897’de ABD Dışişleri Bakanı’na yazdığı bir mektupta da Avrupa’da Osmanlı için yayılan ‘Hasta Adam’ tabirinin doğru olmadığını, Osmanlı’nın silah kapasitesini ve 106 milyonluk inançlı Müslüman dünyasının Sultan’a olan bağlılığını nazara vererek açıklıyor. Terrell, 1893’te ABD’de sahnelenmek istenen, Hz. Muhammed’i (sas) olduğundan farklı gösteren ‘Muhammed’ adlı tiyatro oyununun kaldırılmasına da aracılık etmiş. Büyükelçi Terrell’in samimi değerlendirmeleri özellikle ABD’deki Ermenileri çileden çıkarmış. 1912 yılında ölene kadar birçok kez yıpratılmaya çalışılmış, kaleme aldığı bu yazıdan ötürü. Ancak o, çizgisini ölene dek korumuş.
New York’ta 1880’de kurulan ve 1930’a kadar yayınını sürdüren Century Dergisi’nde ‘Sultan Abdülhamid ile Röportaj’ başlığıyla verilen yazının diğer önemli noktaları şöyle:
 Sebep ne olursa olsun, kesin olan bir şey var ki Sultan’ın kendisinin ve davranışlarının Amerikan basınında yer alan yansımaları genellikle yanlışlar ve suçlamalarla doludur.
 Sultan, Osmanlı’da son zamanlarda yaşanan kargaşaların, ABD basını tarafından hiçbir zaman doğru bir şekilde verilmediğini söyledi ve kendisinin söyleyeceklerini Amerikan halkının bilmesini sağlayacağımı umduğunu belirtti. Ardından şöyle devam etti: “Tatarlar ve Perslerin sürekli işgalleri altında ezilmiş olan Ermeniler çok büyük sayılarda göç etmeye başladılar ve Osmanlı idarecilerinden korunma elde ettiler. Onlara nazikçe ve misafirperverane davranıldı. Sürekli olarak savaş içerisinde olan hiçbir ülke, endüstriyel ve ticari bir arayışın peşine düşemez. Bu yüzden ilk sultanlar hep fetihle meşgulken, tüm ticari alanlar ve üretim alanları Hıristiyanlar, başlıca da Ermeniler tarafından tekelleştirildi. Dinlerine karşı da hoşgörü gösterildi, Müslümanlar Allah’a ibadet eden bütün dinlere karşı müsamahakârdır. Böylece Ermeniler gelişti ve dört yüzyıl boyunca Osmanlı idaresi altında kaldılar. Osmanlı İmparatorluğu’nun bankacıları, üreticileri ve müteahhitleri oldular. Tarihî kiliselerinde ve manastırlarında açık bir şekilde ibadet ettiler, ihtiyaç olduğunda da yeni ibadethaneler inşa ettiler.
 Kur’an-ı Kerim, zulmü yasaklamışken ve savaş hâlleri dışında Allah’a inananların korunmasını şart koşarken, bir Müslüman dinî sebeplerle bir Ermeni’yi nasıl öldürebilir?
 Sultan, Ermenilerin başına gelen felaketlerin sebebinin dinleri olmadığı hususunda bazı deliller sundu: “Babam Sultan Abdülmecid tarafından Ermeni asıllı olan Dadian’a, kraliyete ait bir barut fabrikasının kontrolü teslim edilmiş. Biz çocukken babamın, beni ve kardeşimi Dadianların evine götürdüğünü ve orada iki gece uyuduğumu hatırlıyorum. Babam Sultan Mecid, Dadian’ı memnun etmek için ona evinin bitişiğinde büyük bir arsa da verdi. Kendi imkânlarıyla burada bir kilise inşa ettirdi ki soğuk havalarda buraya gidebilsin, ibadetini yerine getirebilsin. Bir Ermeni olan Kuetzroglian, sarayın tüm giyim, mücevher, mobilya işleriyle ilgilenmek için görevlendirilmişti. Bizim büyük bir gözdemiz olmuştu. Boğaz’da Asya tarafında bir evi vardı ve çok zengin olmuştu. Kraliyete ait darphanenin tüm sorumluluğu Agop Efendi adlı bir Ermeni’deydi. Zenginlik elde etmeyi çok iyi biliyordu, kendisi de çok zengindi. Bir diğer Ermeni, Gümüşgerdan, saray kadınlarının giyimlerinden sorumluydu. Hâlâ burada yaşıyor ve oldukça zengin. Ermeni Balyanlar, babadan oğla geçen bir gelenekle Osmanlı sultanlarına nesiller boyunca saraylar inşa ettiler. Dolmabahçe, Çırağan, Beylerbeyi, Yıldız ve benzeri… Bunlardan biri de şimdi benim mimarım. Ermeni Bakan Artin Paşa babamın Dadian’a verdiği Beşiktaş’taki büyük evde yaşıyor. Bayındırlık işlerini idareden sorumlu bakanım Michael Efendi de bir Ermeni. Bütün kamu arazilerinin ve bana ait gayrimenkullerin kontrolü onun elinde. Birçok Ermeni, onun isteğiyle ve benim onayımla ofiste tutulmaktadır. Size burada çalışanların isimlerinin ve aldıkları maaş miktarının listesinin verilmesini sağlayacağım (Yandaki liste).”
 “Ermeni bir ciltçi geçtiğimiz ağustos ayında şehirde yaşanan kargaşalardan sonra Amerika’ya kaçtı. Bana bir mektup yazdı, İngilizce bilmediğinden dolayı iş bulmakta zorlandığını ve geri dönmek istediğini söylüyordu. Şimdi Hıristiyanlar, benim söyleyeceklerime çok zor inanıyorlar, bu adamın geri dönebilmesi için kendisine bin frank gönderilmesi talimatını verdim.”
 Sultan, kendi hükûmeti veya halkının hiçbir Hıristiyan’ı dinî inançlarından dolayı cezalandırmadığını defalarca tekrar etti.
 Sultan’a misyoner Cyrus Hamlin’in Aralık 1893’te Independent’te yer alan; Ermeni devrimcilerin kendi halklarına karşı şiddet uygulamaları için kışkırtmak ve Hıristiyan dünyasının sempatisini kazanmak amacıyla Türklere zulmetmek ve evlerini ateşe vermek niyetinde olduğuna dair bilgileri sundum.
 Sultan, Yunan bölgesindeki kargaşa konusunda şöyle konuştu: “Maalesef Hıristiyan ve Müslüman tebaa arasındaki çatışmalar hakkındaki gerçek, Hıristiyan gazetelerinde hiçbir zaman yayımlanmadı. Hiçbir Müslüman, eğer Allah’a inanıyorsa, dinî inancından dolayı bir adamı cezalandıramaz... Hıristiyan Avrupa’sı, 1827’deki Yunan devriminde askerlerin aşırılıklarından dolayı Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kışkırtma yaparken, bir şehirde teslim olan 27 bin savunmasız Türk’ün öldürülmesine tepki göstermiyor.”
 Sarayda ilk akşam yemeğimde masanın başına Sultan oturdu, sağında eşim, solunda da ben vardım. Osman Paşa, İsmail Paşa, Veziriazam ve diğer bakanlar da geri kalan konuklardı… Masa servisi ve dekorasyonlar, yemek odasının muhteşemliği, Hıristiyanlar dışında kimsenin içmediği şarapların mükemmelliğini hiçbir şey geçemez. Her paşa, rütbesini gösteren yıldızlar ve süslemelerle kaplı şeyler giyiyordu.
 Sultan, İzmir ve Mezopotamya eyaletlerinde, İmparatorluğa benim tarafımdan tanıtılmış, tatlı patates yetiştirilmesindeki başarısını açık bir memnuniyetle aktardı.
 Abdülhamid’in Osmanlı Sultanı olmasının yanı sıra 106 milyon halkıyla Muhammedî dünyanın da ruhani lideri olduğu hatırlatıldı. Tebaasının kendisine gösterdiği aşırı sevgi karşısında insan şaşırmıyor.
 Her ne kadar şehzade iken Fransız eğitimi alsa da Sultan her zaman Türkçe konuşuyor… Yıldız’da bir saray kütüphanesi kurulmuştu. Kütüphanenin rafları, ABD’nin ve Avrupa’nın başlıca ülkelerinin standart yazarlarının kitaplarıyla doluydu. Burada ayrıca Arabistan’ın bilim, sanat ve şiirin beşiği, Avrupa’nın ise cehalet içerisinde olduğu dönemde yazılmış Arapça eserler de bulunuyordu.
 50 yaşını geçmiş olan Sultan, orta boylu, teni açık zeytin renginde, koyu saçlı, yüksek alınlı ve büyük koyu kahverengi gözlü birisi. Yüzünde çoğunlukla üzüntülü bir ifade var. Sultan’ın kendi giyimi her zaman sade. Kırmızı bir fes, frak, koyu mavi pantolon, sert deriden imal edilmiş ayakkabı giyiyor. Çelikten kını olan ve elinin altında tuttuğu bir kılıç kostümünü tamamlıyor. Yanlız bayramlarda renkli giyiniyor. Altınlarla kaplı bir tahtta, ihtişamlı giyinmiş sivil ve askerî yöneticilerin tebriklerini kabul ediyor.


Teksaslı süvarilerin tuğgeneraliydi

Alexander Watkins Terrell, 3 Kasım 1827’de Virginia’da doğdu. 1832’de ailesi Mississippi’ye taşındı. Missouri Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Booneville’de hukuk okudu. 1849’da Missouri barosuna kabul edildi. Teksas’a taşındıktan (1852) sonra İkinci Bölge Mahkemesi’nin yargıçlığına getirildi. 1863’te Arizona Tugayı, Birinci Teksas Süvari Alayı’na binbaşı olarak girdi; yarbay ve ardından albaylığa terfi ettikten sonra Mansfield ve Pleasent Hill savaşlarına katıldı. Bu dönem Teksas Süvarileri’ni komuta etti. 1865’te tuğgeneralliğe yükseltildi. İç savaşın sonunda Mexico’ya gitti, kısa süre İmparator Maximilian’a hizmet etti. 1876’dan 1883’e kadar 4 dönem Teksas Senatosu’nda görev yaptı ve 1891’de Teksas Temsilciler Meclisi’ne seçildi. ABD Başkanı Grover Cleveland kendisini Osmanlı İmparatorluğu’ndan sorumlu tam yetkili büyükelçi-bakan (1893-1897) olarak atadı. 1903 ve 1905’te iki kez daha eyalet temsilcisi olarak seçildi. 1909-1911 arasında Teksas Üniversitesi Yönetim Kurulu’nda yer aldı. Aynı zamanda Teksas Eyaleti Tarih Birliği’nin başkanıydı. İlk eşi ve beş çocuğunun annesi Missouri’li Ann Elizabeth Boulding 1890’da öldü, Tekaslı ikinci eşi Sarah D. Mitchell 1871’de hayatını yitirdi. Üçüncü kez Anne Holiday Anderson Jones ile evlendi. Terrell 9 Eylül 1912’de Mineral Wells’te öldü ve eyalet mezarlığına gömüldü.